Resim sanatı tıp mesleğini ve doktorları hiç de az olmayacak kadar konu edinmiştir. Rembrandt’ın “Dr. Tulp’un Anatomi Dersi” isimli eseri kadar etki yaratmış yapıtlardan birisi de Viktorya dönemi sanatçısı Sir Luke Fildes’in “Doktor” isimli tablosudur. Bu resimde yoksul bir işçi ailesinin hasta çocuğu, çocuğun başında bekleyen doktor ve geri planda, üzgün ve çaresizlik içindeki anne ve babası konu alınmıştır.
Resimdeki mütevazi evde, hatta bu mekana bir kulübe bile denebilir, birbirine benzemeyen iki sandalyenin yanyana getirilmesiyle oluşturulmuş, derme çatma bir yatak görülüyor. Yatakta yoksul ailenin çocuğu hasta olarak yatmaktadır. Doktor, hastanın yanında oturmaktadır. Öne eğilmiştir, çenesini eline yaslamış, düşünceli bir biçimde çocuğa bakmaktadır. Hastası için o anda yapabileceği bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Çocuğun gözleri kapalıdır ve ölmekte olup olmadığı hakkında bir bilgi yoktur, ama yüzüne vuran ışık ve yüzünün pembe rengi belki de iyileşeceğini haber verir. Baba ve anne arka planda çaresiz beklemektedir. Anne perişandır. Masaya başını yaslamış, belki ağlamaktadır. Baba, elini annenin sırtına dayamış, teselli etmekte ve belki, kendisi de ondan güç almaktadır.
Ressam Fildes kendi oğlunu tüberkülozdan kaybetmiş. Oğlunun doktorundan esinlenerek bu resmi yaptığı söylenir. Peki doktor hastasının başında neden bu şekilde hiç bir şey yapmadan durmakta, sanki nöbet tutmaktadır? Bunun sebebini kesin bilebilmek elbette mümkün değil, ama şu çok açıktır ki doktor hastasının başındadır, yani hastasını bırakıp gitmemiştir, aileyi de böyle bir anda yalnız bırakmamıştır. Bu eserin en çarpıcı mesajı da herhalde budur.
Resimde doktorun yanında bir steteskop olmaması dikkat çeker. Neden yoktur bilemeyiz, ama çocuğun hemen başındaki sehpada duran havan ve tokmağa bakacak olursak doktorun çocuk için bazı ilaçlar hazırlamış olması olasıdır. Bu resmin yapıldığı 1887 yılında antibiyotiklerin henüz bulunmadığını da hatırlatalım.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında teknolojide ortaya çıkmaya başlayan ve hızlanarak da ilerlediğine tanık olduğumuz dev adımlar, her geçen gün sadece tıbbi teknolojileri değil, ama bundan daha önemlisi tıp mesleğini de dönüştürüyor. Moleküler tanı ve tedavi yöntemlerinin baş döndürücü gelişimi, görüntüleme ve iletişim teknolojilerindeki yenilikler hekim hasta ilişkisinin geleneksel yapısını da kökten bir değişime zorlamakta. Bu gidişatın, kaçınılmaz olarak, çok da uzak olmayan bir gelecekte robot doktorları devreye sokması hiç de sürpriz olmayacak. İşte bu değişimler hekim ve hasta ilişikisini de “hasta merkezli” olmaktan çıkartıp, hastaların ve hekimlerin birbirleriyle doğrudan değil, önemli ölçüde dolaylı temas içine girdikleri alışılmadık bir tarza büründürüyor.
Bilgisayarlardaki hasta veritabanlarını eksiksiz doldurma çabasındaki doktorların hastalarla görüşmelerinde göz teması neredeyse kayboldu. Doktorlar hastalarının yüzüne bakmaksızın monitörde izledikleri programlara veri girişi yapıyorlar. Hastayı muayene etmek ise neredeyse kaybolmak üzere. Hastaya kısaca yakınmasını sorup hemen bir kan tahlili ya da tomografi vb. incelemeler istemek ve hızla bu görüşmeyi sonlandırmak artık olağan meslek uygulaması oldu. Yani hasta kişi, sanki bir insan değil de, arıza yapmış bir makina gibi algılanıyor. Bu gidişat bir süre daha ilerlerse, arızalanmış bir makina ile onu onaran teknisyen arasındaki mekanik ilişki modeli, hasta-hekim ilişki modelinin yerini alacak gibi görünüyor.
İşte tam da bu nedenledir ki, yeni yetişmekte olan doktorlara hasta insanın bozuk bir motor veya bir aksamı tekleyen araba olmadığının anlatılması gereklidir. Üzüntülü, kaygılı, acı çeken veya ağlamakta olan yada daha fenası, ölmekte olan bir hastanın elini hiç bir bilgisayar, hiç bir veritabanı veya tomografi cihazı tutamayacağına göre acilen bir şeyler yapmak gerekiyor.
Tıp öğrencilerinin hasta merkezli düşünebilmeleri, empati yapmayı, iletişim kurmayı öğrenmeleri gerekiyor. Tıp öğrencisinde estetik değerlere ait bazı kavramlar oluşturulmalı ve hayatı estetik değerlerle yorumlamayı öğrenmeleri gerekli. İşte bu bağlamda, resim de dahil olmak üzere, tüm sanat dallarının olumlu işlevi olabilir. Fildes’in “Doktor” resmini tüm tıp öğrencileri bilmeli, o resme en az bir kere bakıp düşünmüş olmalılar. Oradaki doktorun ve anne babanın neler düşünebiliyor olduklarına dair en az bir kez fikir yürütmeleri gerekir.
Bilim ve teknoloji dörtnala koşarken bir de sanat mı öğretilecek sorusu yersizdir. Binlerce saatlik mekanik, moleküler, teknik vb eğitimin yanında sadece çok kısa bir zaman dilimi ayırarak bu mesajlar verilebilir. Tıp eğitimi araba tamircisi yetiştirmiyor. Yeter ki tıpta, hasta merkezli bakışın gerekli olduğuna inanılsın.
Fildes’in resminin günümüz versiyonunu hayal edecek olsaydık eğer, olasıdır ki doktorun sandalyesi boş olacaktı, yani doktor hastasını görüp gitmiş olacaktı. Anne ve babayı da ellerinde bir cep telefonuyla ya da bilgisayar başında, sağlık danışma hatları ya da web sitelerinde çaresiz destek arayışı yaparken görecektik.
Günümüz hekimliğini 18 yüzyıl hekimliğine geri çevirmek elbet olacak şey değil. Ancak insanın bir makina olmadığını genç hekimlere anlatabilmek zorundayız. Uzmanlık eğitimini de katarsak en az on yıl sürecek olan tıp eğitimi sürecinde genç hekim adaylarının böyle sanat yapıtlarıyla tanışmaları onları teknolojide geri bırakmaz; olsa olsa, sadece daha fazla insan yapar.