Kadri Yamaç kadriyamac@gmail.com İKTİSAT VE TOPLUM 1933 ÜNİVERSİTE REFORMU: Atatürk’ün büyük VİZYONU 1 Ağustos 1933 Salı günü Beyazıt merkez bina kapısının önünden geçenler Türkiye üniversite tarihinin en önemli adımlarından birisine tanık oldular. “İstanbul Darülfünunu” tabelası indiriliyor ve yerine “İstanbul Üniversitesi” tabelası asılıyordu. Bu değişiklik İstanbul Üniversitesinin kuruluşunu, Darülfünun’ un kapatılışını ve 1933 üniversite reformu olarak bilinen kararların uygulamaya geçirildiğini gösteriyordu. Bu reformun ideolojik temelinde devrimlerin yerleştirilmesi ve modernleşme projesinde üniversitelerin öne çıkarılması vardır. 1933 reformunun diğer önemli bir yanı Nazi zulmünden kaçan Yahudi kökenli Alman bilim insanlarına Türk üniversitelerinde görev verilmesidir. Bu insanlar soykırımdan kurtarılmışlardır. Göçmenlerin kabulü ve üniversitede görevlendirilmesi günümüzde Türk Alman ve Türk Yahudi ilişkileri yönüyle de tarihte hak ettiği yeri almıştır. Nazilerden çekinen ülkelerin yan çizdiği o yıllarda özgür olmak ve kamplarda ölmemek için çırpınan insanların sığınacak yer bulması kolay olmamıştır. Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet hükümetinin Alman bilim insanlarına kucak açması şaşırtıcıydı. Arnold Reisman şöyle ifade ediyor: “Bugünden geriye bakıldığında, Türkiye’nin 20. yüzyılın en karanlık yılları boyunca bunca entelektüel sermayeyi davet etme, kurtarma ve gelecek kuşaklar için geliştirip korumaya yönelik sarih planıyla boy ölçüşebilecek yüreklilikte siyasalara sahip olan başka hiçbir ulus çıkmadı (Reisman, s. 14) 1933 üniversite reformunun tarihsel boyutundan bazı kısımları paylaşmak istediğim bu yazının Cumhuriyet devriminin zeminindeki dünya görüşünü değerlendirmemizde katkısı olacağını düşünüyorum. Kuruluş yıllarındaki Cumhuriyet hükümetlerini ve Atatürk’ü demokrat olmamakla, çok partili rejime geçmemekle ve baskıcı olmakla eleştirenler belki o tarihlerde Avrupa’yı saran faşizm dalgası içinde Atatürk’ün olağanüstü ilerici vizyonunu görme fırsatı bulurlar. Bugünden geriye bakıldığında, Türkiye’nin 20. yüzyılın en karanlık yılları boyunca bunca entelektüel sermayeyi davet etme, kurtarma ve gelecek kuşaklar için geliştirip korumaya yönelik sarih planıyla boy ölçüşebilecek yüreklilikte siyasalara sahip olan başka hiçbir ulus çıkmadı. 74 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 75 1930’larda Almanya 1929 dünya ekonomik krizinden hemen önceki yıllarda Almanya’da faşizm çoktan kapıya dayanmıştı. Hitler 1919’da Alman İşçi Partisine (DAP) girdi. Partinin adı bir süre sonra Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirildi (NSDAP). Hitler Partinin önce propaganda başkanı, 1921’de de önderi (Führer) oldu. Bir sokak gücü olan SA’lar (Hücum Birimi) bu yıllarda kuruldu. Bunu tamamen kendisine bağlı SS’ler (Koruma Bölüğü) izleyecekti. Hitler işini iyi biliyordu, ama kavrama yeteneği adeta felç olmuş kamuoyunun suskun seyredişi, kabul edelim ki, işini kolaylaştırıyordu. NSDAP 1931 genel seçimlerinde %18,3 oy alarak ülkenin ikinci büyük partisi oldu. 1933’de koalisyon ortağı olarak hükümete girdi. Hitler’in yolu açılmıştı. 1933’de Başbakan oldu. SA ve SS birliklerini yardımcı polis teşkilatı olarak ilan etti, silahlandırdı. Önünde fazla bir engel kalmamıştı artık. 1933 Şubat ayında, bir komplo olduğu sonra anlaşılan Reichstag (Parlamento) binası yangını oldu. Ertesi gün İnsan Haklarını askıya alan yasa çıkartıldı. Temizlenmesi gereken ırklardan gelen Almanlar için cehennemi yaşama zamanı da gelmişti. 1 Nisan 1933 günü Yahudilere boykot günü ilan edildi. Yahudilerin kamu kurumlarında çalışmalarına engel olan “Devlet memurları statüsünün yeniden belirlenmesi” başlıklı kanun da 7 Nisan tarihinde çıkarıldı. Yasanın 3. Maddesi ari ırktan olmayan memurların emekli edileceğini söylüyordu. Temizlik başlayabilirdi! 1930’larda Türkiye Cumhuriyet kurulmuştu. Gerçekleştirilen devrimlerle ülkeni köhne zihinsel yapısını ve kültürünü değiştirmekteydi. Türk devriminin ideolojisine yön veren felsefe Jön Türklerden beri Osmanlı aydınları arasında ilgi çekmekte olan pozitivizmdi. Üniversite reformu 1933 yılında gerçekleşmiş de olsa biliyoruz ki eğitim konusu Mustafa Kemal’in kafasında Mütareke yıllarında ve Kurtuluş savaşı sırasında da Berlin Üniversitesinde Düşünceyi Yakma Eylemleri, Mayıs 1933 76 İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 vardı. Nitekim 15 Temmuz 1921’de savaşın ortasında Maarif Kongresini topladı. Taner Timur bu kongre için şöyle diyor: “Gerçekten de Anadolu’da bir ölüm kalım savaşının verildiği sırada böyle bir kongrenin düşünülmüş olması olağanüstü bir olaydır” (Timur, s. 227). Kadın ve erkek öğretmenlerin aynı salonda bulunmalarının TBMM’deki medreseli grubun eleştirileriyle karşılaştığı kongrede konuşan Mustafa Kemal şunu söyler: “Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğunu düşünüyorum” (Akyüz, s. 293). 1924 yılında öğretim birliği kanunu çıkartılarak tüm okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı ve medreseler kaldırıldı. Türk devrimi eğitim alanında büyük adımlar atmaktaydı. Albert Malche ve hazırladığı rapor Darülfünun yerine modern üniversiteler kurulması çalışmalarının somut adımları 1933 öncesi atılmaya başlandı. 1931 yılına gelindiğinde İsviçreli, Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü ve eski rektörü Albert Malche’a Türkiye’nin üniversitelerini incelemesi ve üniversite reformu için bir rapor hazırlaması teklif edildi. Profesör Malche 16 Ocak 1932 tarihinde Türkiye’ye geldi. Aynı yıl hazırladığı raporu (İstanbul Darülfünunu Hakkında Rapor) Türk hükümetine sundu 1933 üniversite reformu Malche’ın bu raporu ve önerileri doğrultusunda gerçekleşecektir. Profesör Malche’ın raporu uzun zaman sadece devlet yetkililerinin elinde saklı kalmış aradan yıllar geçtikten sonra Hasan Ali Yücel’in Bakanlığı döneminde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1939 yılında yayımlanmıştır. Rapor Darülfünun’u binaları, derslik ve laboratuvarları, öğretim üyeleri, öğrencileri ve eğitim yöntemleri gibi pek çok yönüyle incelemiştir. Dikkat çekici bazı tespitlerden kısa örnekleri şu şekilde sunabiliriz: Darülfünun Türkiye’de yeni bir mesele ve dava değildir. Hatta müzmin bir mahiyet almıştır… Türkiye’de yeterli miktarda bilimsel yayın yoktur ve yabancı dildeki yayınları izleyebilecek öğrenci sayısı da çok azdır… Öğrenciler lisede uzun süre yabancı dil dersi okumuş olmakla birlikte ancak bunların dörtte biri yabancı dildeki bir kitabı okuyarak anlayabilecek düzeydedir… Kütüphanelere hiç dergi alınmamaktadır… Büyük bir salonda tesis edilmiş bulunan tıp kütüphanesi şayanı hayret bir fakirlik içindedir… Taşradan büyük kente gelen öğrenciler kendilerini yalnız, fakir ve kaybolmuş hissetmektedir… Öğrencilerin evinde kitap yoktur. Hiçbir şey yahut yararlı hiçbir kitap okumamaktadırlar… Bütün Darülfünun’da sözlü ve teorik tedrisatın azaltılması gereklidir. Dersler esas noktalar üzerine yoğunlaşmalı, öğrenciler ayrıntıları kitaplardan öğrenmelidir. Doksan beş sayfalık raporun eleştirileri arasında Darülfünun’daki ders içeriklerinin çok az değişiyor olması ve ders verme yöntemlerinin yanlış olması gibi pek çok konu yer almıştır (Bahadır, s.60; Dölen, s. 95). Mülteci hocalar arasında yer alan ünlü hukukçu Hirsch anılarında Malche’ın raporunu şu sözlerle anlatmıştır: “Profesör Malche, raporun sonunda, batı Avrupa’da geçerli olan üniversite kavramından hareketle, meselenin özünün, üniversite kavramı altında, işi sadece bilgi dağıtmak olan kurumlar anlaşılmasının yanlışlığında yattığını, üniversite denince akla bilimsel düşünce metodunu öğreten bir kurumun gelmesi gerektiğini bildirdi. Üniversite adını hak eden bir kurum, bilimsel bir tutum, bilimsel bir zihniyet ortaya koymalıydı. Bilimsel tutum olmaksızın kurtuluş da olmazdı. Eğer bir uygarlık, bilime gerek duymaksızın, hatta bilime rağmen gelişip serpilebilirse, o zaman bu kurumu kapatÜniversite reformu 1933 yılında gerçekleşmiş de olsa biliyoruz ki eğitim konusu Mustafa Kemal’in kafasında Mütareke yıllarında ve Kurtuluş savaşı sırasında da vardı. İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 77 mak en iyisiydi, hiç olmazsa gereksiz masraftan kurtulmuş olurdu ülke. Ama eğer bir uygarlık, ancak ve ancak bilimin geliştiği nispette gelişirse, o zaman meselenin su götürür hiç bir yanı kalmaz ve üniversiteyi, uygarlığın iyi bir aracı yapmak için her türlü imkânı seferber etmek zorunluluğu, gün gibi açık gözükürdü” (Hirsch, s. 210). Raporun tam ve eksiksiz olduğu söylenemez. Raporda, dikkat çekici biçimde, araştırma konusuna girilmemiştir. Dölen, Cenevre Üniversitesinde pedagoji profesörü olan bir kişinin bir kuruma Üniversite denilebilmesi için bilimsel araştırma ile öğretimin bir arada bulunması gereğini bilmemesinin mümkün olmadığını, bilimsel araştırmayı kapsamayan bir yükseköğretim kurumunun ancak bir meslek yüksekokulu olarak nitelendirilebileceğini belirterek raporu eleştirir (Dölen, s. 131) Albert Malche bir yandan raporla uğraşırken diğer yandan Avrupalı bilim insanlarıyla da temasa geçti. Bunların başından Dr. Philipp Schwarts vardı. Alman Bilim İnsanları geliyor Yahudi kökenli Almanların Türkiye’ye göç hareketi projesinin bir numaralı yürütücüsü Prof. Philipp Schwarts olmuştur. Bir şeyler yapmak için çabalayan Schwarts kayınpederinin yaşadığı Zürih’e geçmiş, şaşkın ve panik içindeki bu bilim insanlarına yardım etmek amacıyla Schwarts önderliğinde bir danışma bürosu kurulmuştur. Bu büro kısa süre sonra Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti adını almıştır. Schwarts Türk hükümeti tarafından davet edildi ve görüşmeler yapmak üzere Yardım Cemiyeti’nin temsilcisi olarak iki kez Türkiye’ye geldi. İstanbul Üniversitesine alınacak göçmen hoca listeleri hazırlandı. Maarif Vekili Dr. Reşit Galip ile Prof. Philip Schwarts arasında 6 Temmuz 1933 günü bir protokol imzalandı. Dr. Schwarts reform sonrası Türkiye’ye yerleşmiş ve İstanbul Üniversitesin Patolojik Anatomi Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. 1933 reformu Batıdakine benzer anlamıyla üniversite kurulması düşüncesi Tanzimat sonrasında ortaya çıkmıştır. 1845 yılında Darülfünun (Fen’ler Evi) açılma kararı alınarak ilk adım atılmıştı. Ancak ülke henüz hiç bir şekilde üniversiteye hazır değildi. Kolay olanından başlanarak önce Darülfünun binasının yapımına girişildi. Binanın temeli 1846’da atıldı, 1854 yılında tamamlandı. Darülfünun’un eğitime başlayabilmesi için ne bu eğitime hazır öğrenci, ne hoca, ne kitap ne de laboratuvar donanımları vardı. 1863 ve 1870 yıllarında iki kez Darülfünun-i Osmani, 1874’de Darülfünun-i Sultani kuruldu. Darülfünun girişimleri yıllarca sürdü. Kapanan Darülfünun-i Sultaniden sonra 1900 yılında Darülfünun-i Şahane açılmış, 1909 yılında da, Darülfünun-i Osmani adıyla yeniden yapılandırılmıştır. Darülfünun tarihi incelenirse Osmanlının böyle bir kurumu sürekli istediği, ama çeşitli nedenlerle de bir türlü canlandıramadığı anlaşılmaktadır. Osmanlı’nın üniversite çabaları arasında önemli bazı olaylar 1912 yılında öğretim kadrosunda Alman hocaların katılması ve 1919’da Darülfünun’a bilimsel özerklik verilmesidir. Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’deki tek üniversite Darülfünun’dur. Cumhuriyetin aydınlanmacı siyaseti doğrultusunda Cumhuriyetin ilanından hemen kısa süre sonra ülkede yükseköğretim kurumlarının yaygınlaştırılması yönünde adımlar atılmaya başlanmıştır. 5 Kasım 1925’de Ankara’da Adliye Vekâletine bağlı Ankara Adliye Hukuk Mektebi açılmış olup bu okul Cumhuriyet sonrası kurulan ilk yükseköğretim kurumudur. Ankara Adliye Hukuk Mektebi 1927 yılında Ankara Hukuk Fakültesi adını almıştır. Bu yıllarda kurulan önemli başka bir okul Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü’dür. Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü 1926 yılında kurulmuş, 1929 yılında Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu okul 1982 yılında kurulacak olan Gazi Üniversitesinin temelidir. Bilimin ülke kalkınmasındaki yerine inancın önemli göstergelerinden birisi de 1930’da Ziraat Vekâletine bağlı olarak açılan Ankara Yüksek Ziraat Okulu’dur. Bu okul 1933 yılında Yüksek Ziraat Ensti- 78 İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 tüsüne dönüştürülmüştür. Bir başka önemli kurum da belki kendi döneminin Ar-Ge Kurumu olarak nitelenebilecek olan ve madenlerimizin araştırılması ve işletilmesi amacıyla 22 Haziran 1935 tarihinde kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’dür. Emre Dölen Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Darülfünun’un sürekli tartışılan bir kurum olduğunu belirtir. Tartışmalar 1930-33 yılları arasında en üst noktaya ulaşır. İnkılapları yeterince desteklememek, Latin harflerinin kabulüne eleştirel yaklaşım, yeni dil ve tarih tezlerine eleştirel yaklaşım, öğretim elemanlarının bilimsel yetersizlikleri ve eser vermemelerinin en çok eleştirilen konulardır (Dölen, s. 3). 1930 sonrası basında yer alan yazılarda da Darülfünunun artık yoğun eleştiri odağı olduğu görülecektir. Darülfünun’un kapatılmasına dair 2552 sayılı yasa 31 Mayıs 1933 tarihinde çıkarıldı. Yasanın 1. Maddesinde İstanbul Darülfünunu ve on bağlı tüm kurumların 31 Temmuz 1933 itibarıyla kapatıldığı, 2. Maddesinde de Maarif Vekilliğinin 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren İstanbul’da (İstanbul Üniversitesi) adı ile yeni bir kurum kurmakla görevli olduğu yazıyordu. 1 ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesinin kuruluşu, Darülfünun’dan tasfiye edilenler ve üniversiteye alınanlar kamuoyuna açıklandı. Darülfünun hocalarının görevlerine son verilmesi çok tartışılmıştır. Ancak Darülfünun’un Cumhuriyet devrimlerine mesafeli duruşu da iyi bilinmektedir. İhsan Doğramacı Darülfünun’un 1923- 1932 yılları arasında, bütün ilgiye rağmen, Türk toplumunun beklediği gelişme ve ilerlemeyi gösteremediğini belirtmiştir (Doğramacı, 2007). Almanların katkıları Yahudi kökenli Alman bilim insanları İstanbul Üniversitesinin devrimci bir atılımla kurulmasındaki insan kaynağını sağlamak yönünden Türk hükümetine büyük destek sağladı. Alman hocaların bilimsel katkıları çok büyük olmuştur ve yazının sınırlarını aşar. Birkaç kısa örnek verelim: Alman hocalar çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci yetiştirdiler. Enstitüler, laboratuvarlar, klinikler kurdular. Bu yıllardaki bilimsel atılımın sonuçları bazı alanlarda çok etkileyiciydi. Öyle ki, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi, sadece aradan 10 yıl geçmişken, 1943 İstanbul Tıp mezunu Lahut Uzman’ı tıp eğitimine kabul etti (Arnold Reisman, s. 30). Yine başka bir 1943 mezunu lisansüstü eğitim programına kabul edildi ve Harvard’dan fizik alanında yüksek lisans ve doktora dereceleri aldı. Türkiye’ye gelen göçmenlerin bir kısmı çok iyi Türkçe öğrendi. Bunlar arasında Ord. Prof. Fritz Arndt çok meşhurdur. Derslerini mükemmel bir Türkçe ile anlatmıştır. Türkçeye olağanüstü egemendir. Yabancı bazı sözcüklere Türkçe karşılıklar üretmiştir. Ör: Çözücü (solvent), çözelti (solüsyon) vb. Arndt’ın Türkçe bilgisi öyle derindir ki öğrencilerine şöyle dermiş: “Elemente eleman diyen elemandan el’aman” (İsmet Gürey’den aktaran Arnold Reisman, s. 36). Almanların katkıları konusunda eleştirel görüşler de vardır. Bu katkıların bir kısmının Darülfünun’un Cumhuriyet devrimlerine mesafeli duruşu da iyi bilinmektedir. İhsan Doğramacı Darülfünun’un 1923-1932 yılları arasında, bütün ilgiye rağmen, Türk toplumunun beklediği gelişme ve ilerlemeyi gösteremediğini belirtmiştir. İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 79 varsayımlara dayandığını belirten Emre Dölen o dönem yorumlanırken sanki tüm öğretim üyelerini yabancı gibi düşünüldüğünü, yabancı hayranlığının devreye girdiğini belirtir. Dölen örneğin üniversite ders kitaplarına baktığımızda bunların büyük bir çoğunluğunun Darülfünun’dan gelen Türk öğretim üyeleri tarafından yazıldığını söyler. Heterojen bir topluluk olan yabancı bilim insanlarının katkılarının genel sözlerle değerlendirilemeyeceğini dile getirir (Dölen, s. 526.) Yabancı öğretim üyelerinin heterojen bir grup oldukları çok açıktır. Türkiye’ye hepsi uyum sağlayamamıştır. Bunlar arasında Dölen’in bahsettiği bazı olumsuz örnekler de vardır. Dölen Wilhelm Röpke’nin “bazıları ciddi olarak Türk vatandaşlığına geçmeyi düşünüyor. Ben kendi açımdan bunu reddediyorum. Türklerin Viyana önünde 1683’te başaramadıklarını bugün yapmalarına birey olarak izin vermek istemiyorum” diyerek Türklere karşı olan tarihsel nefretini ortaya koyduğunu aktarır (Dölen, s. 527). Yabancıların dil, kültür gibi pek çok alanda sıkıntılar yaşadıkları elbet doğrudur. Ancak yabancı öğretim üyelerinin bir kısmı Türkiye’yi gerçekten çok sevmiş ve kendi vatanı gibi görmüştür. Bitirirken 1933 üniversite reformu Türk üniversitelerine, uluslararası ilişkilere, insancıl değerlere ve cumhuriyet devrimlerine olağanüstü etkileriyle tarihteki yerini almıştır. 1933 reformu sadece bir üniversite kurulması eylemi olmayıp tüm toplumsal yönleriyle de Atatürk’ün engin vizyonunun göstergesidir. 1933 reformu ile; 1. Yerel olanın evrensel olanla kucaklaşması sağlanmış, bilimsel anlamda çok geri olan üniversiter yaşam zenginleşmiştir. 2. İnsan hakları kavramının henüz telaffuz bile edilmediği, faşizm dalgasının tüm Avrupa’yı sardığı bir dönemde ülkemizin yabancılara kucak açması unutulamaz bir olaydır. ABD’nin bile o yıllarda Yahudi göçmenleri almakta tereddütlü davrandığı düşünülürse hareketin değeri daha iyi anlaşılabilir. 1933 üniversite reformunun o koşullar içinde yarattıkları günümüz Türk üniversitelerinin gereksinimlerinden elbet çok uzaktadır. Her olay kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Reform hareketi kendi dönemi içinde olağanüstü bir atılımdır. Eğitim tarihimize ilgi duyanlar 1933’lü yılların vizyonu ile 2011’lerdeki şifreli yıllarının vizyonunu ve bunların üniversitelerimize katkısını mutlaka karşılaştıracaklardır. 1933 üniversite reformu Türk üniversitelerine, uluslararası ilişkilere, insancıl değerlere ve cumhuriyet devrimlerine olağanüstü etkileriyle tarihteki yerini almıştır. 1933 reformu sadece bir üniversite kurulması eylemi olmayıp tüm toplumsal yönleriyle de Atatürk’ün engin vizyonunun göstergesidir. Kaynaklar Arnold Reisman: Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011 Emre Dölen: Türkiye Üniversite Tarihi 3. Darülfünun’dan Üniversiteye Geçiş. Tasfiye ve Yeni Kadrolar. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010. Ernst E. Hirsch: Anılarım. Kayser Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi. TÜBİTAK, 5. Baskı, Ankara, 2000. İhsan Doğramacı. Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim Yönetimi, Ankara, 2007. Osman Bahadır: 1933 Üniversite Reformu Niçin Yapıldı? Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961). Editörler. Namık Kemal Aras, Emre Dölen, Osman Bahadır. TÜBA, 2007. Taner Timur: Toplumsal Değişme ve Üniversiteler. İmge Kitabevi, 1 baskı, Ankara, 2000. Yahya Akyüz: Türk Eğitim Tarihi. Alfa yayınları, 8. Baskı, 2011.