ÜNİVERSİTE REFORMU:
Atatürk’ün büyük VİZYONU

ÜNİVERSİTE REFORMU:
Atatürk’ün büyük VİZYONU

Kadri Yamaç
kadriyamac@gmail.com

İKTİSAT VE TOPLUM
1933

ÜNİVERSİTE REFORMU:
Atatürk’ün büyük VİZYONU

1 Ağustos 1933 Salı günü
Beyazıt merkez bina kapısının önünden geçenler Türkiye üniversite tarihinin en
önemli adımlarından birisine
tanık oldular. “İstanbul Darülfünunu” tabelası indiriliyor
ve yerine “İstanbul Üniversitesi” tabelası asılıyordu. Bu
değişiklik İstanbul Üniversitesinin kuruluşunu, Darülfünun’ un kapatılışını ve 1933
üniversite reformu olarak bilinen kararların uygulamaya
geçirildiğini gösteriyordu.
Bu reformun ideolojik temelinde devrimlerin yerleştirilmesi ve modernleşme projesinde üniversitelerin öne
çıkarılması vardır. 1933 reformunun diğer önemli bir
yanı Nazi zulmünden kaçan
Yahudi kökenli Alman bilim
insanlarına Türk üniversitelerinde görev verilmesidir.
Bu insanlar soykırımdan kurtarılmışlardır. Göçmenlerin
kabulü ve üniversitede görevlendirilmesi günümüzde
Türk Alman ve Türk Yahudi
ilişkileri yönüyle de tarihte
hak ettiği yeri almıştır.
Nazilerden çekinen ülkelerin
yan çizdiği o yıllarda özgür
olmak ve kamplarda ölmemek için çırpınan insanların
sığınacak yer bulması kolay
olmamıştır. Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet hükümetinin Alman bilim insanlarına
kucak açması şaşırtıcıydı.
Arnold Reisman şöyle ifade
ediyor:
“Bugünden geriye bakıldığında, Türkiye’nin 20. yüzyılın
en karanlık yılları boyunca
bunca entelektüel sermayeyi davet etme, kurtarma ve
gelecek kuşaklar için geliştirip korumaya yönelik sarih
planıyla boy ölçüşebilecek
yüreklilikte siyasalara sahip
olan başka hiçbir ulus çıkmadı (Reisman, s. 14)
1933 üniversite reformunun
tarihsel boyutundan bazı kısımları paylaşmak istediğim
bu yazının Cumhuriyet devriminin zeminindeki dünya
görüşünü değerlendirmemizde katkısı olacağını düşünüyorum. Kuruluş yıllarındaki
Cumhuriyet hükümetlerini
ve Atatürk’ü demokrat olmamakla, çok partili rejime geçmemekle ve baskıcı olmakla
eleştirenler belki o tarihlerde
Avrupa’yı saran faşizm dalgası içinde Atatürk’ün olağanüstü ilerici vizyonunu görme fırsatı bulurlar.
Bugünden geriye bakıldığında, Türkiye’nin
20. yüzyılın en karanlık yılları boyunca bunca
entelektüel sermayeyi davet etme, kurtarma
ve gelecek kuşaklar için geliştirip korumaya
yönelik sarih planıyla boy ölçüşebilecek
yüreklilikte siyasalara sahip olan başka hiçbir
ulus çıkmadı.
74 2011 • Yıl 1 • Sayı 8
İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 75
1930’larda
Almanya
1929 dünya ekonomik krizinden hemen önceki yıllarda
Almanya’da faşizm çoktan
kapıya dayanmıştı. Hitler
1919’da Alman İşçi Partisine
(DAP) girdi. Partinin adı bir
süre sonra Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak
değiştirildi (NSDAP). Hitler
Partinin önce propaganda
başkanı, 1921’de de önderi
(Führer) oldu. Bir sokak gücü
olan SA’lar (Hücum Birimi)
bu yıllarda kuruldu. Bunu
tamamen kendisine bağlı
SS’ler (Koruma Bölüğü) izleyecekti.
Hitler işini iyi biliyordu, ama
kavrama yeteneği adeta felç
olmuş kamuoyunun suskun
seyredişi, kabul edelim ki,
işini kolaylaştırıyordu. NSDAP 1931 genel seçimlerinde %18,3 oy alarak ülkenin
ikinci büyük partisi oldu.
1933’de koalisyon ortağı
olarak hükümete girdi. Hitler’in yolu açılmıştı. 1933’de
Başbakan oldu. SA ve SS
birliklerini yardımcı polis teşkilatı olarak ilan etti, silahlandırdı.
Önünde fazla bir engel kalmamıştı artık.
1933 Şubat ayında, bir
komplo olduğu sonra anlaşılan Reichstag (Parlamento)
binası yangını oldu. Ertesi
gün İnsan Haklarını askıya
alan yasa çıkartıldı. Temizlenmesi gereken ırklardan gelen Almanlar için cehennemi
yaşama zamanı da gelmişti.
1 Nisan 1933 günü Yahudilere boykot günü ilan edildi.
Yahudilerin kamu kurumlarında çalışmalarına engel
olan “Devlet memurları statüsünün yeniden belirlenmesi” başlıklı kanun da 7 Nisan
tarihinde çıkarıldı. Yasanın 3.
Maddesi ari ırktan olmayan
memurların emekli edileceğini söylüyordu. Temizlik başlayabilirdi!
1930’larda
Türkiye
Cumhuriyet kurulmuştu. Gerçekleştirilen devrimlerle ülkeni köhne zihinsel yapısını ve
kültürünü değiştirmekteydi.
Türk devriminin ideolojisine
yön veren felsefe Jön Türklerden beri Osmanlı aydınları
arasında ilgi çekmekte olan
pozitivizmdi.
Üniversite reformu 1933 yılında gerçekleşmiş de olsa
biliyoruz ki eğitim konusu
Mustafa Kemal’in kafasında Mütareke yıllarında ve
Kurtuluş savaşı sırasında da
Berlin Üniversitesinde Düşünceyi Yakma Eylemleri, Mayıs 1933
76 İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8
vardı. Nitekim 15 Temmuz
1921’de savaşın ortasında Maarif Kongresini topladı. Taner Timur bu kongre
için şöyle diyor: “Gerçekten
de Anadolu’da bir ölüm kalım savaşının verildiği sırada
böyle bir kongrenin düşünülmüş olması olağanüstü bir
olaydır” (Timur, s. 227).
Kadın ve erkek öğretmenlerin
aynı salonda bulunmalarının
TBMM’deki medreseli grubun eleştirileriyle karşılaştığı
kongrede konuşan Mustafa
Kemal şunu söyler: “Şimdiye kadar takip olunan tahsil
ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en
önemli etken olduğunu düşünüyorum” (Akyüz, s. 293).
1924 yılında öğretim birliği kanunu çıkartılarak tüm
okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı ve medreseler
kaldırıldı. Türk devrimi eğitim
alanında büyük adımlar atmaktaydı.
Albert Malche
ve hazırladığı
rapor
Darülfünun yerine modern
üniversiteler kurulması çalışmalarının somut adımları
1933 öncesi atılmaya başlandı. 1931 yılına gelindiğinde İsviçreli, Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü ve
eski rektörü Albert Malche’a
Türkiye’nin üniversitelerini incelemesi ve üniversite
reformu için bir rapor hazırlaması teklif edildi. Profesör
Malche 16 Ocak 1932 tarihinde Türkiye’ye geldi. Aynı
yıl hazırladığı raporu (İstanbul Darülfünunu Hakkında
Rapor) Türk hükümetine sundu 1933 üniversite reformu
Malche’ın bu raporu ve önerileri doğrultusunda gerçekleşecektir.
Profesör Malche’ın raporu
uzun zaman sadece devlet
yetkililerinin elinde saklı kalmış aradan yıllar geçtikten
sonra Hasan Ali Yücel’in
Bakanlığı döneminde Millî
Eğitim Bakanlığı tarafından
1939 yılında yayımlanmıştır.
Rapor Darülfünun’u binaları, derslik ve laboratuvarları,
öğretim üyeleri, öğrencileri
ve eğitim yöntemleri gibi pek
çok yönüyle incelemiştir.
Dikkat çekici bazı tespitlerden kısa örnekleri şu şekilde
sunabiliriz:
Darülfünun Türkiye’de yeni
bir mesele ve dava değildir.
Hatta müzmin bir mahiyet almıştır…
Türkiye’de yeterli miktarda
bilimsel yayın yoktur ve yabancı dildeki yayınları izleyebilecek öğrenci sayısı da çok
azdır…
Öğrenciler lisede uzun süre
yabancı dil dersi okumuş olmakla birlikte ancak bunların
dörtte biri yabancı dildeki bir
kitabı okuyarak anlayabilecek düzeydedir…
Kütüphanelere hiç dergi alınmamaktadır…
Büyük bir salonda tesis edilmiş bulunan tıp kütüphanesi
şayanı hayret bir fakirlik içindedir…
Taşradan büyük kente gelen
öğrenciler kendilerini yalnız,
fakir ve kaybolmuş hissetmektedir…
Öğrencilerin evinde kitap
yoktur. Hiçbir şey yahut yararlı hiçbir kitap okumamaktadırlar…
Bütün Darülfünun’da sözlü
ve teorik tedrisatın azaltılması gereklidir. Dersler esas
noktalar üzerine yoğunlaşmalı, öğrenciler ayrıntıları kitaplardan öğrenmelidir.
Doksan beş sayfalık raporun
eleştirileri arasında Darülfünun’daki ders içeriklerinin
çok az değişiyor olması ve
ders verme yöntemlerinin
yanlış olması gibi pek çok
konu yer almıştır (Bahadır,
s.60; Dölen, s. 95).
Mülteci hocalar arasında yer
alan ünlü hukukçu Hirsch
anılarında Malche’ın raporunu şu sözlerle anlatmıştır:
“Profesör Malche, raporun
sonunda, batı Avrupa’da geçerli olan üniversite kavramından hareketle, meselenin
özünün, üniversite kavramı
altında, işi sadece bilgi dağıtmak olan kurumlar anlaşılmasının yanlışlığında yattığını, üniversite denince akla
bilimsel düşünce metodunu
öğreten bir kurumun gelmesi
gerektiğini bildirdi. Üniversite
adını hak eden bir kurum, bilimsel bir tutum, bilimsel bir
zihniyet ortaya koymalıydı.
Bilimsel tutum olmaksızın
kurtuluş da olmazdı. Eğer
bir uygarlık, bilime gerek
duymaksızın, hatta bilime
rağmen gelişip serpilebilirse,
o zaman bu kurumu kapatÜniversite reformu 1933 yılında gerçekleşmiş
de olsa biliyoruz ki eğitim konusu Mustafa
Kemal’in kafasında Mütareke yıllarında ve
Kurtuluş savaşı sırasında da vardı.
İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 77
mak en iyisiydi, hiç olmazsa
gereksiz masraftan kurtulmuş olurdu ülke. Ama eğer
bir uygarlık, ancak ve ancak
bilimin geliştiği nispette gelişirse, o zaman meselenin su
götürür hiç bir yanı kalmaz
ve üniversiteyi, uygarlığın
iyi bir aracı yapmak için her
türlü imkânı seferber etmek
zorunluluğu, gün gibi açık
gözükürdü” (Hirsch, s. 210).
Raporun tam ve eksiksiz olduğu söylenemez. Raporda,
dikkat çekici biçimde, araştırma konusuna girilmemiştir. Dölen, Cenevre Üniversitesinde pedagoji profesörü
olan bir kişinin bir kuruma
Üniversite denilebilmesi için
bilimsel araştırma ile öğretimin bir arada bulunması gereğini bilmemesinin mümkün
olmadığını, bilimsel araştırmayı kapsamayan bir yükseköğretim kurumunun ancak
bir meslek yüksekokulu olarak nitelendirilebileceğini belirterek raporu eleştirir (Dölen, s. 131)
Albert Malche bir yandan
raporla uğraşırken diğer yandan Avrupalı bilim insanlarıyla da temasa geçti. Bunların başından Dr. Philipp
Schwarts vardı.
Alman Bilim
İnsanları
geliyor
Yahudi kökenli Almanların
Türkiye’ye göç hareketi projesinin bir numaralı yürütücüsü Prof. Philipp Schwarts
olmuştur. Bir şeyler yapmak
için çabalayan Schwarts
kayınpederinin yaşadığı Zürih’e geçmiş, şaşkın ve panik
içindeki bu bilim insanlarına yardım etmek amacıyla
Schwarts önderliğinde bir danışma bürosu kurulmuştur.
Bu büro kısa süre sonra Yurt
Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti adını almıştır.
Schwarts Türk hükümeti
tarafından davet edildi ve
görüşmeler yapmak üzere
Yardım Cemiyeti’nin temsilcisi olarak iki kez Türkiye’ye
geldi. İstanbul Üniversitesine
alınacak göçmen hoca listeleri hazırlandı. Maarif Vekili
Dr. Reşit Galip ile Prof. Philip
Schwarts arasında 6 Temmuz 1933 günü bir protokol imzalandı. Dr. Schwarts
reform sonrası Türkiye’ye
yerleşmiş ve İstanbul Üniversitesin Patolojik Anatomi
Enstitüsü Direktörü olarak
görev yapmıştır.
1933 reformu
Batıdakine benzer anlamıyla
üniversite kurulması düşüncesi Tanzimat sonrasında ortaya çıkmıştır. 1845 yılında
Darülfünun (Fen’ler Evi) açılma kararı alınarak ilk adım
atılmıştı. Ancak ülke henüz
hiç bir şekilde üniversiteye
hazır değildi. Kolay olanından
başlanarak önce Darülfünun
binasının yapımına girişildi.
Binanın temeli 1846’da atıldı, 1854 yılında tamamlandı.
Darülfünun’un eğitime başlayabilmesi için ne bu eğitime
hazır öğrenci, ne hoca, ne
kitap ne de laboratuvar donanımları vardı.
1863 ve 1870 yıllarında iki
kez Darülfünun-i Osmani,
1874’de Darülfünun-i Sultani kuruldu. Darülfünun girişimleri yıllarca sürdü. Kapanan Darülfünun-i Sultaniden
sonra 1900 yılında Darülfünun-i Şahane açılmış, 1909
yılında da, Darülfünun-i Osmani adıyla yeniden yapılandırılmıştır. Darülfünun tarihi
incelenirse Osmanlının böyle
bir kurumu sürekli istediği,
ama çeşitli nedenlerle de bir
türlü canlandıramadığı anlaşılmaktadır.
Osmanlı’nın üniversite çabaları arasında önemli bazı
olaylar 1912 yılında öğretim
kadrosunda Alman hocaların
katılması ve 1919’da Darülfünun’a bilimsel özerklik verilmesidir.
Cumhuriyet kurulduğunda
Türkiye’deki tek üniversite
Darülfünun’dur. Cumhuriyetin aydınlanmacı siyaseti
doğrultusunda Cumhuriyetin
ilanından hemen kısa süre
sonra ülkede yükseköğretim
kurumlarının yaygınlaştırılması yönünde adımlar atılmaya başlanmıştır. 5 Kasım
1925’de Ankara’da Adliye
Vekâletine bağlı Ankara Adliye Hukuk Mektebi açılmış
olup bu okul Cumhuriyet
sonrası kurulan ilk yükseköğretim kurumudur. Ankara
Adliye Hukuk Mektebi 1927
yılında Ankara Hukuk Fakültesi adını almıştır. Bu yıllarda
kurulan önemli başka bir okul
Orta Muallim Mektebi ve
Terbiye Enstitüsü’dür. Orta
Muallim Mektebi ve Terbiye
Enstitüsü 1926 yılında kurulmuş, 1929 yılında Gazi Orta
Muallim Mektebi ve Terbiye
Enstitüsü olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu okul 1982
yılında kurulacak olan Gazi
Üniversitesinin temelidir. Bilimin ülke kalkınmasındaki
yerine inancın önemli göstergelerinden birisi de 1930’da
Ziraat Vekâletine bağlı olarak
açılan Ankara Yüksek Ziraat Okulu’dur. Bu okul 1933
yılında Yüksek Ziraat Ensti-
78 İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8
tüsüne dönüştürülmüştür.
Bir başka önemli kurum da
belki kendi döneminin Ar-Ge
Kurumu olarak nitelenebilecek olan ve madenlerimizin
araştırılması ve işletilmesi
amacıyla 22 Haziran 1935
tarihinde kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’dür.
Emre Dölen Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Darülfünun’un
sürekli tartışılan bir kurum
olduğunu belirtir. Tartışmalar
1930-33 yılları arasında en
üst noktaya ulaşır. İnkılapları yeterince desteklememek,
Latin harflerinin kabulüne
eleştirel yaklaşım, yeni dil ve
tarih tezlerine eleştirel yaklaşım, öğretim elemanlarının
bilimsel yetersizlikleri ve eser
vermemelerinin en çok eleştirilen konulardır (Dölen, s.
3). 1930 sonrası basında yer
alan yazılarda da Darülfünunun artık yoğun eleştiri odağı
olduğu görülecektir.
Darülfünun’un kapatılmasına dair 2552 sayılı yasa 31
Mayıs 1933 tarihinde çıkarıldı. Yasanın 1. Maddesinde İstanbul Darülfünunu ve
on bağlı tüm kurumların 31
Temmuz 1933 itibarıyla kapatıldığı, 2. Maddesinde de
Maarif Vekilliğinin 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren
İstanbul’da (İstanbul Üniversitesi) adı ile yeni bir kurum
kurmakla görevli olduğu yazıyordu. 1 ağustos 1933’te
İstanbul Üniversitesinin kuruluşu, Darülfünun’dan tasfiye
edilenler ve üniversiteye alınanlar kamuoyuna açıklandı.
Darülfünun hocalarının görevlerine son verilmesi çok
tartışılmıştır. Ancak Darülfünun’un Cumhuriyet devrimlerine mesafeli duruşu da iyi
bilinmektedir. İhsan Doğramacı Darülfünun’un 1923-
1932 yılları arasında, bütün
ilgiye rağmen, Türk toplumunun beklediği gelişme ve ilerlemeyi gösteremediğini belirtmiştir (Doğramacı, 2007).
Almanların
katkıları
Yahudi kökenli Alman bilim
insanları İstanbul Üniversitesinin devrimci bir atılımla kurulmasındaki insan kaynağını
sağlamak yönünden Türk
hükümetine büyük destek
sağladı.
Alman hocaların bilimsel katkıları çok büyük olmuştur ve
yazının sınırlarını aşar. Birkaç
kısa örnek verelim:
Alman hocalar çok sayıda
öğretim üyesi ve öğrenci
yetiştirdiler. Enstitüler, laboratuvarlar, klinikler kurdular.
Bu yıllardaki bilimsel atılımın
sonuçları bazı alanlarda çok
etkileyiciydi. Öyle ki, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi, sadece aradan 10 yıl
geçmişken, 1943 İstanbul
Tıp mezunu Lahut Uzman’ı
tıp eğitimine kabul etti (Arnold Reisman, s. 30). Yine
başka bir 1943 mezunu lisansüstü eğitim programına
kabul edildi ve Harvard’dan
fizik alanında yüksek lisans
ve doktora dereceleri aldı.
Türkiye’ye gelen göçmenlerin bir kısmı çok iyi Türkçe öğrendi. Bunlar arasında
Ord. Prof. Fritz Arndt çok
meşhurdur. Derslerini mükemmel bir Türkçe ile anlatmıştır. Türkçeye olağanüstü egemendir. Yabancı bazı
sözcüklere Türkçe karşılıklar
üretmiştir. Ör: Çözücü (solvent), çözelti (solüsyon) vb.
Arndt’ın Türkçe bilgisi öyle
derindir ki öğrencilerine şöyle dermiş: “Elemente eleman
diyen elemandan el’aman”
(İsmet Gürey’den aktaran
Arnold Reisman, s. 36).
Almanların katkıları konusunda eleştirel görüşler de vardır. Bu katkıların bir kısmının
Darülfünun’un Cumhuriyet devrimlerine
mesafeli duruşu da iyi bilinmektedir. İhsan
Doğramacı Darülfünun’un 1923-1932
yılları arasında, bütün ilgiye rağmen, Türk
toplumunun beklediği gelişme ve ilerlemeyi
gösteremediğini belirtmiştir.
İKTİSAT VE TOPLUM • 2011 • Yıl 1 • Sayı 8 79
varsayımlara dayandığını belirten Emre Dölen o dönem
yorumlanırken sanki tüm
öğretim üyelerini yabancı
gibi düşünüldüğünü, yabancı hayranlığının devreye girdiğini belirtir. Dölen örneğin
üniversite ders kitaplarına
baktığımızda bunların büyük
bir çoğunluğunun Darülfünun’dan gelen Türk öğretim
üyeleri tarafından yazıldığını
söyler. Heterojen bir topluluk
olan yabancı bilim insanlarının katkılarının genel sözlerle
değerlendirilemeyeceğini dile
getirir (Dölen, s. 526.)
Yabancı öğretim üyelerinin
heterojen bir grup oldukları
çok açıktır. Türkiye’ye hepsi
uyum sağlayamamıştır. Bunlar arasında Dölen’in bahsettiği bazı olumsuz örnekler de
vardır. Dölen Wilhelm Röpke’nin “bazıları ciddi olarak
Türk vatandaşlığına geçmeyi
düşünüyor. Ben kendi açımdan bunu reddediyorum.
Türklerin Viyana önünde
1683’te başaramadıklarını
bugün yapmalarına birey
olarak izin vermek istemiyorum” diyerek Türklere karşı
olan tarihsel nefretini ortaya
koyduğunu aktarır (Dölen, s.
527).
Yabancıların dil, kültür gibi
pek çok alanda sıkıntılar
yaşadıkları elbet doğrudur.
Ancak yabancı öğretim üyelerinin bir kısmı Türkiye’yi
gerçekten çok sevmiş ve
kendi vatanı gibi görmüştür.
Bitirirken
1933 üniversite reformu
Türk üniversitelerine, uluslararası ilişkilere, insancıl
değerlere ve cumhuriyet
devrimlerine olağanüstü etkileriyle tarihteki yerini almıştır. 1933 reformu sadece bir
üniversite kurulması eylemi
olmayıp tüm toplumsal yönleriyle de Atatürk’ün engin
vizyonunun göstergesidir.
1933 reformu ile;
1. Yerel olanın evrensel
olanla kucaklaşması sağlanmış, bilimsel anlamda
çok geri olan üniversiter
yaşam zenginleşmiştir.
2. İnsan hakları kavramının
henüz telaffuz bile edilmediği, faşizm dalgasının
tüm Avrupa’yı sardığı bir
dönemde ülkemizin yabancılara kucak açması
unutulamaz bir olaydır.
ABD’nin bile o yıllarda
Yahudi göçmenleri almakta tereddütlü davrandığı
düşünülürse hareketin değeri daha iyi anlaşılabilir.
1933 üniversite reformunun
o koşullar içinde yarattıkları
günümüz Türk üniversitelerinin gereksinimlerinden elbet çok uzaktadır. Her olay
kendi tarihsel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Reform
hareketi kendi dönemi içinde
olağanüstü bir atılımdır. Eğitim tarihimize ilgi duyanlar
1933’lü yılların vizyonu ile
2011’lerdeki şifreli yıllarının
vizyonunu ve bunların üniversitelerimize katkısını mutlaka karşılaştıracaklardır.
1933 üniversite reformu Türk üniversitelerine, uluslararası ilişkilere,
insancıl değerlere ve cumhuriyet devrimlerine olağanüstü etkileriyle
tarihteki yerini almıştır. 1933 reformu sadece bir üniversite kurulması
eylemi olmayıp tüm toplumsal yönleriyle de Atatürk’ün engin vizyonunun
göstergesidir.
Kaynaklar
Arnold Reisman: Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
2011
Emre Dölen: Türkiye Üniversite Tarihi 3. Darülfünun’dan Üniversiteye Geçiş. Tasfiye ve Yeni
Kadrolar. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010.
Ernst E. Hirsch: Anılarım. Kayser Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi. TÜBİTAK, 5. Baskı,
Ankara, 2000.
İhsan Doğramacı. Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim Yönetimi, Ankara, 2007.
Osman Bahadır: 1933 Üniversite Reformu Niçin Yapıldı? Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi
(1861-1961). Editörler. Namık Kemal Aras, Emre Dölen, Osman Bahadır. TÜBA, 2007.
Taner Timur: Toplumsal Değişme ve Üniversiteler. İmge Kitabevi, 1 baskı, Ankara, 2000.
Yahya Akyüz: Türk Eğitim Tarihi. Alfa yayınları, 8. Baskı, 2011.
PaylaşFacebookX
Tartışmaya katıl

Instagram has returned empty data. Please authorize your Instagram account in the plugin settings .

Menü

İletişim

Adres:
Nazmi Bey İş Merkezi,
Cinnah caddesi,
Göreme sokak, Numara 1 / 15.
Çankaya, ANKARA

Telefon: (312) 426 14 17 -18

Faks: (312) 426 14 55

E-posta: kadriyamac@gmail.com

Instagram

Instagram has returned empty data. Please authorize your Instagram account in the plugin settings .